Atımızı Adanaya götürdüğümüzde kalmıştık, ordan yazmaya devam ediyorum.

Adana’da başta benim hiç bilmediğim hatta konuşma fırsatım bile olmayan bir antrenöre atımı teslim ettik. Ettik diyorum ama ben hiçbir şey bilmiyorum. Elazığ’da atımıza bakan antrenör orda bir arkadaşına atı teslim ediyor ve Adana’ya geldiğinde de bakıp ilgileniyor. Bendeki de cesarete bakın, atı satın almışım hiç görmemişim, Elazığa göndermişim görmemişim, At ordan Adana’ya gidiyor ilgilenen antrenörlede konuşmamışım. Tabi bu kadar işlerin olumsuz olmasında benim olaylara müdahil olmayıp, tüm yetkiyi başkalarına vermem ve onlara güvenmemde büyük etken. Buda hem işi bilmemek ve hemde karşındakini kendin gibi düşünmekten kaynaklanıyor.

Adana’da da bu arada üç yarış koştuk, aldığımız dereceler 10. luk, 19. luk ve 16. lık. Yani istikrar devam ediyor J Bu arada yıl bitti ve yeni yılda bizim atımız yeni bir antrenörle tanıştı. Bu arkadaşımız yine eski Elazığ’daki antrenörümüzün çok iyi bir arkadaşı ama kendini ispat etmek isteyen hırslı bir antrenör. Atı aldığımızdan beri yaptığımız en iyi iş atımızı ona teslim etmek.. Bu yeni antrenörle o zamanlar tanışmamamıza rağmen, sonraları telefonda konuşmaya, olayları ve yaşananları paylaşmaya başladık. Atı aldığı zamanki halini bana tarif ettiğinde ben sahiden bu işin zorluğunu ve ne kadar yanlış işler yaptığımı anladım. Bir at alıp sermayeni bağlıyorsun atı ne görüp, ne bakıp, nede ilgileniyorsun. Yalnızca cep telefonlarıyla görüştüğün bir “aileden atçı” sana ne derse onu kabullenip uyguluyorsun. Atı kendi üstüne yapmıyorsun ve kendi başına bir şey gelmesi halinde resmen atı ona hediye etmiş oluyorsun.

Bu kadar olaydan sonra Mart ayına yaklaşırken atımızın problemleri yavaş yavaş giderildikten sonra yarış görerek hazırlanmaya başladık. Atın hazırlanması galoplarla hızlı bir şekilde olmadığı için yeni antrenörümüz 20 güne 4 yarış koştu. Oda kendi acemiliğimi veya hırsımı demek lazım bilmiyorum ama Atımızın eskiden geçirdiği rahatsızlıkları ve yarış hayatına belli dönemlerde ara vermiş olmasını hiç düşünmedi. Normal sağlıklı bir atmış gibi atın üstüne gitti. Bu kadar bahsettikten sonra atın sakatlandığını falan sanmayın. Bu koştuğu 4 yarışın ardından formunu bulduğu ve katıldığı yarışta 33.85 ganyanla kazanması gerekirken 6. kaldı. O yarışta binen apranti yarıştan sonra attan inince “kesin dayağı yedim, kazanacağım yarışı kaybetim” diye düşünmüş. Tabi dayak yerine antrenörümüzün onu teşvik etmesi ve hatalarını söylemesi çok daha iyi bir tepki vermiş. 10 gün sonra İstanbul sezonunun başlamasına 1-2 gün kala son Adana yarışları koşuluyorken atımız bir yarışa yazdık ve beklemeye başladık. Antrenörüm bu koşudan oldukça ümitli olduğunu ve hafif kiloların en iyi jokeylerinden birini bindireceğini söyledi. Sahiden dediği gibi oldu ve atımız sonlarda orta kulvardan yaptığı nefis sprint ile yarışı kazandı. Ben İstanbul’da çok sevdiğim ağabeyimle bu yarışı seyrederken ikimizde ağlıyorduk. Verilen emekler, harcanan paralar ve bozulan moraller 4,5 ay sonra yerine geliyordu.

O günlerde Adana sezonu bitiyor ve İstanbul Hipodromu için biz ahır müracaatı yapmıştık. Tabiki bizim bir yarış kazanmamız İstanbul ahırı için yeterli olmamış ve bize ahır çıkmamıştı. İşte o anda devreye bizim “aileden atçı” arkadaşımız üstün meziyetleri ile girdi. Zaten bu meziyetleri At Yarışı dergilerinden birinede sonradan konu olmuştu. Araya asli üyeler girdi, o gitti bu geldi herkes rica etti ama biz ahır alamadık. Ahır işlerinden sorumlu üst düzey müdürle kavgalarmı etmedi, onla yazışıp, telefonlaşıp artık nasıl oluyorsa restleşmeye kadarmı gidilmedi ve bir şekilde İstanbul için atımız ahır alındı. Listeler çıkıp İstanbul ahırları kesinleştikten sonra ilave bir ahır bir şekilde yaratıldı. Bu üstün başarıdır ve inanın bunu Hipodromlarımızda yapacak kişi sayısı pek azdır. Ahır çıkmadıysa insanlar boynunu bükerler ve öyle oturur kaderlerine razı olurlar.

Nisan ayı gelmiş Atımız İstanbul’a inmiş ve çalışmalara devam ediyordu. Burada tek önemli nokta seyisimizle antrenörümüzün anlaşamaması durumuydu. Adana’da kandığımız yarıştan önce atla İstanbul’a gelmeyeceğini söyleyen seyisimiz kazandıktan sonra fikir değiştirmiş ve atı bırakmayacağını söyleyerek İstanbul’a gelmişti. Kazanan seyisi atın başından almak gibi etik olmayan bir davranışıda gösteremediğimizden bizde kendisinden bırakmasını istememiştik. Düzghün giden olaylar içinde tek problem seyis antrenör ilişkisindeki çatlak seslerdi. Buda seyisimizin başındaki antrenöden çok bildiğini sanması yüzünden oluyordu.

Kum pistte bir yarış göstererek İstanbul pistine adımımızı attık. Beklediğimizden iyi galoplarla girdiğimiz o yarışta dereceye giremememize rağmen ileriki yarış için ümit vermiştik. Hedefimiz bir hafta sonra koşulacak 1400 metre çim pist bir yarıştı. Yine Adana’da kazanan jokeyimizle o yarışı kazandık. İstanbul pitinde yarış kazanmanın keyfini ve heyecanını o koşuda tattık. İnanılmaz bir şeydi. Hayatta alınacak en büyük zevklerden biriydi. O yarıştan sonra bize haklı olarak ahır vermek istemeyen müdür bile “ At bizi utandırdı, ahırı hakkettiğini gösterdi” demiştiki bu her zaman yaşanacak olaylardan değildi.

Bir sonraki yarışımızda bugünün en iyi jokeyiyle start alıyorduk. O zamanında en iyi jokeyiydi. Son metresine kadar önde götürdüğümüz yarışı bir burun farkı ile yalnızca o anda bizi geçen İmparator jokeyimize kaptırdık. Dıştan gelen rakibi fark edememiş ve son anda teslim olmuş, ikinci kalmıştık. Buda çok önemli bir başarıydı. Son iki yarışımızda ganyanlarımız 2,65 ve 2.90 dı. Adana’da koştuğumuz yarışlarda 113.80 e kadar çıkan ganyanımız İstanbul’da nerelere düşmüştü, favori çıkar, kırmızı yanar olmuştuk.

Bundan sonra koştuğumuz iki yarışta dereceye giremedik. Haziran ayını boş geçtik. Temmuz başı kısa mesafeli bir çim yarışı hedef yapmıştık. Yine zamanın en iyi jokeyi atımızın üzerindeydi ve 2.05 ganyanla rakiplerimizin önünde koşuyu birinci tamamlıyorduk. Bu atımız için bir dönüm noktasıydı. Bizde koştuğu 17 yarışın sonuncusuydu ve yarış hayatınında son koşusuydu. O kadar karakterli bir attıki birinci olarak başladığı yarış hayatını yine birinci olarak bitirmişti. Benim için ayrı bir yeri ve hiç bitmeyen bir sevgisi olduğunu eminim hala biliyordur.

Bu maceranın devamında atımızı yarış hayatına döndürmek için verdiğimiz mücadeleyi ve komik durumlara düştüğümüz anları yazıcam. Ben yaşadıklarımı yazarken bu yazdıklarımdan gocunanlar bana direk saldırıya geçtiler. Ben hayatta yaşadıklarımdan hiç utanmayan ve çekinmeyen biriyim. Benim hakkımda ne isterlerse yazabilirler ama hakaret ederlerse en az onlar kadar ağır yazacağımı bilmeliler. Gerekirse çok özel konularada girer, yaşadıkları pisliklerde dahil bütün yaptıklarını tek tek yazar, adamı elaleme rezil ederim bilsinler.

Bir sonraki yazımızda görüşmek üzere...

Ufuk Çakır

08/08/2007

Pin It