Usta bir gazeteci ve foto – muhabiri olan Süleyman Arat’ın yolu henüz çok küçük yaşlarda Veliefendi ile kesişmiş… At yarışlarının gölgesinde geçen çocukluk ve gençlik yıllarının ardından, birçok hatıra biriktiren Süleyman Arat'a TJK Sesi dergisi Eylül ayı sayısı için unutamadığı hatıralarını sormuşlar..

Bu ilginç anıları bizde sizlerle paylaşmak istedik....

Unutamadığınız anılarınızdan birkaçını bizimle paylaşır mısınız?

Az önce de bahsettim, serde Aksaraylılık var. Buraya geldiğimizde, içeride bir kaymak tabaka gördük. Hepsi hipodromun en üst katındaki, at sahipleri salonuna çıkıyorlardı. Bir gün camdan şöyle bir baktık ki içerisi şahane. Her şey yeniliyor, içiliyor. Çocukluk aklı tabii, bizim çok ilgimizi pastalar, kekler gazozlar çekti.
At sahiplerinin içeri nasıl girdiklerine dikkat ettik. Hepsi yakasına veya kemerine deriden yapılmış, biri yeşil diğeri kırmızı, üzerinde de altın yaldızdan at nalı olan bir kokart takıyor, kapıdaki görevliye bunu gösterip giriyorlardı.
O yıllarda fotoğraf çekmeye başladığım için hemen bu kokartı çektim. Daha sonra bu fotoğrafı karta bastırıp mahallemizin ayakkabıcısına götürüp aynısından yapıp yapamayacağını sorduk. “Yaparım tabii!” dedi ve iki saat içinde birebir benzerini yaptı. Biz de bu kokartlar sayesinde üç kafadar, tam iki yıl boyunca, neredeyse her  yarış günü at sahipleri salonuna girdik, yedik – içtik ve yarışları da o yıllarda Celaloğlu, Eliyeşil, Atman, Kura, İlbey, Çokay, Zirenk gibi ünlü at sahiplerinin yemek yiyerek yarış izlediği, o lüks balkondan onlarla yan yana takip ettik.Tahminimce, bizim için “Kim bilir hangi at sahibinin oğulları bunlar?” diyorlardı ama hiç kuşkulanan, soru soran çıkmadı… Biz bunu iki sene devam ettirirdik ama daha sonra TJK o kokartları değiştirdi, biz de yeni kokartlardan yaptıramadık. Bu unutamadığım anılarımdan biridir…

Bir başka anım da at yarışlarının yeni yeni popüler olmaya başladığı 1989 yılında, at yarışları Hürriyet’te tek sütun olarak verilirdi. Ben de at yarışlarına ilgi duyduğum için Hürriyet’in tahmincisi Kamil Oladlı ile sohbet eder birlikte öğlen yemekleri yerdim. Merhum Kamil Oladlı, atçılık camiası tarafından tanınan ve çok sevilen eski Komiserler Kurulu Üyesi, at sahibi ve antrenördü. Kendisinden çok şeyler öğrendiğim, öğütler aldım, nur içinde uyusun.

O yıllarda Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni şehit gazeteci Çetin Emeç’ti. Çetin Bey bir gün Kamil Abi’yi yanına çağırtıp “At yarışları ile ilgili bir röportaj yayınlayalım” demiş. Kamil Abi de benim ilgimi ve bilgimi anlatıp ‘Süleyman Arat yapsın’ diye önermiş. Bunun üzerine efsane gazeteci Çetin Emeç, beni çağırttırdı. Yeni yeni popüler olan at yarışlarıyla alakalı, fotoğraflarla ve yazısıyla ses getirecek muazzam bir röportaj istediğini söyledi. Heyecandan içim titredi.

Hemen o çarşamba günü Veliefendi’ye geldim. Güzel kareler yakalamaya çalıştım ama hava da aksi gibi hafif yağmurluydu. O gün çektiğim fotoğraflar beni tatmin etmeyince Cumartesi günü yeniden at yarışlarını izlemeye geldim. Bazı güzel fotoğraflar yakaladım ama bu sefer de Çetin Bey fotoğrafları beğenmedi. Çetin Bey’in, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en iyi Genel Yayın Yönetmeni olduğunu söyleyebilirim. Kendisi çok titiz biriydi. Beni yanına çağırıp, “Süleyman fotoğraflar güzel olmuş, eline sağlık. Ancak, öyle bir fotoğraf olsun ki, onu göbekten açıp tam sayfa yayınlayalım. Bir jokeyle de röportaj yap, onu da fotoğrafın altında yayınlayalım. Bu sene Türkiye’nin en çok yarış kazanan jokeyi Kadir Altınöz’müş. Onunla bir röportaj yap” dedi.

Ben de Veliefendi’ye geldim ve Kadir Altınöz’ü buldum. Kendimi tanıttıktan sonra röportaja başladım. O da, hangi saatte kalktığı, kendine nasıl baktığı, nasıl beslendiği, nasıl idman yaptığı konularında sorduğum sorulara yanıt verdi. Röportajın sonunda, “Jokeyler kazandıklarında, potoda yumruklarını havaya kaldırıp bir zafer hareketi yaparlarmış. Siz de bize böyle bir poz verebilirseniz, onu yayınlamak istiyoruz” dedim. Kadir Altınöz de bana “ Ben hacı adamım, öyle hareketler yapmam! Size yanlış bilgi vermişler” dedi. Ben de ona, Genel Yayın Yönetmenimiz bu fotoğrafı mutlaka istedi, Çetin Bey’e gidip “Jokey böyle bir hareketi yapmıyormuş, yanlış biliyorsunuz diye nasıl derim?” dedim.


Hacı olmanızdan önce eski çekilen fotoğrafınız arasında böyle bir kare varsa, onu da kullanabileceğimizi söyledim ama o da yokmuş. Halimi görünce Kadir Altınöz, eline resmi bülteni aldı, sayfaları çevirdi çevirdi ve “Bugün 6  yarışa biniyorum ama şu 5. koşuyu kesin kazanırım, sen potonun oraya git. Ben tam potonun önünden geçerken senin için yumruk yapacağım. Onu çekersin, bir daha da kimse için bunu yapmam!” dedi ve gitti.


O gidince düşündüm ve kendi kendime, ‘Bundan büyük tüyo olur mu? Kazanacağını adamın kendisi söyledi’ dedim. O zaman tabii cep telefonu filan yok. Herkes ankesörlü telefon kullanıyor. Ben de gittim on tane telefon jeton aldım ve başladım aramaya. Önce babamı, sonra beni ilk defa at yarışına getiren Hakan Ünkan’ı, Bülent Gülen’i, rahmetli gazeteci ustam Atılay Kayaoğlu’nu, mahalleden arkadaşlarımı, kısacası arayabildiğim herkesi aradım ve 5. koşuyu Kadir Altınöz’ün bindiği atın mutlak kazanacağını söyledim. Daha sonra ben de gidip, cebimde ne kadar param varsa, o ata yatırdım. Atlar padokta gezinirken ‘boşuna bakmayın yarışı 5 numara kazanacak’ diye bağırmak bile geçti.


Atlar start makinesine gitti ben de yeni aldığım motorlu fotoğraf makinemle potonun önündeki yerimi aldım. Düzlük dönüldü, atlar çok hızlı bir şekilde önümüzden geçtiler. Ben deklanşöre basıyordum. Fakat, sanki Kadir Altınöz’ün bindiği atı göremedim gibime gelmişti. Yanımda fotoğraf çeken Yurdakul Kayacan’a sordum. “Kadir’in atı bak şimdi geliyor” dedi. Gerçekten de Kadir Altınöz’ün bindiği at yavaş yavaş gelip, potoyu geçti. Hemen yanına koştum tabii ama ona, ‘Hani kazanacaktın? Beni kandırdın, ben herkese kazanacağını söyledim…rezil oldum’ diyemezdim. Haliyle, “Kadir Bey, yumruk şovu yapacaktınız?” dedim.  O da “Evladım, at pustu ben ne yapayım. Bu araba değil ki bas gaza gitsin. Canı metabolizması olan bir hayvan. Korkar, üzülür, küser, depresyona gerer, uyuyamaz. Hepsi olur. Sonuçta bu motor değil, araba değil!” dedi.


Böylece, at yarışının bir bileni olmadığını, bir tüyosu olmadığını, burada “Atların koşup bahtın kazandığını” çok iyi anlamış oldum.

Kadir Altınöz ile yaptığım röportaja ait olan fotoğrafları hemen gazeteye getirdim ve yazı işlerine sundum. Tahmin edersiniz ki yine Çetin Bey beğenmemiş. “Fotoğraflar olmamış” demiş. Bu işi haftaya bırakalım, bize sıradan bir fotoğraf değil, tam sayfa açacağımız, harika bir fotoğraf yakalasın” demiş. Demiş, istemiş de bu iş o kadar kolay olmuyor.
Ne yapıp etmeli mutlaka iyi bir kare yakalamalıydım.


Gazetenin demirbaş dolabından tabiri caizse soba borusu kalınlığında olan 1000 mm objektifini aldım. Şimdiki gibi 2.8, otomatik netlemesi olan bir objektif değil, 5.6 sabit diyaframı olan çok ağır ve büyük bir objektifti. Boyum da kısa olduğu için omzuma taktığımda neredeyse yere değecek gibi, ayağıma kadar geliyordu. O halde Veliefendi’ye geldim. Açıkçası, umutsuzdum… Objektifle değil fotoğraf çekmem elde taşımam bile mümkün değildi. Ama artık yola çıkmıştım ve geri dönüşüm yoktu.

TJK Basın bürosundan görevli kartımı aldım, çim pistteki 1000 metre virajının oraya gittim, yere yattım ve fotoğraf makinesinin ayarlarını yaptım. Objektifin alt tarafında çimenlerin gözükmemesi için çakmağımla ön tarafını biraz yükselttim. Yarış başlayınca, atlar starttan çıkacak, inşallah güzel bir fotoğraf yakalarım diye umut ediyordum. Tam o sırada, benim 150-200 metre önüme 40-50 tane martı kondu. Kendi kendime, ‘Bu martılar atlar yaklaşınca uçar’ dedim. Otomatik netleme de olmadığı için her ihtimale karşı, martıların olduğu yeri netleyip beklemeye başladım. Start verildi ve atlar start makinesinden çıktılar. Yüzüstü yere uzandığım için, atların nal seslerinden, “Güp! Güp! Güp!” diye yerin sallandığını ilk kez o gün fark ettim. Tam o sırada atlar martıların arasına daldı. Ve martılar havalandı. Açıkçası, martılara rüşvet versen bu sahneyi gerçekleştiremezsiniz. Martılar ve atlar bir arada… O sırada ben “Şık! Şık! Şık! Şık!” çekiyorum ama ne çektiğimi de bilmiyorum. 10 kare anca çekebildiğim halde 36 karelik filmi geri sarıp, kendimce garantiye aldım.


Çetin Emeç’in isteği muhteşem kareyi yakaladığımı düşünüyordum. Hemen gazetenin arabasına binip Cağaloğlu’nda ki Hürriyet’in tarihi Binası’na gittim. Filmi banyoya verdim. Ya flu çıkarsa, ya açık çıkarsa diye kalbim ‘güp güp’ atıyor. Dia film çıkınca çektiğim, 10 karenin de birbirinden güzel olduğunu görüp rahatladım…


Çetin Bey de o fotoğrafları çok beğendi ve Hürriyet’te tam sayfa yayınladı. Daha sonra o fotoğrafla, Türkiye Jokey Kulübü’nün Fotoğraf Yarışması’na katıldım ve birincilik elde ettim. Hiç unutmam, ödül olarak beş bin lira para almıştım. O fotoğraf TJK’nın takviminde de yayınlandı. Aynı fotoğrafla, Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin düzenlediği yarışmaya katılıp, birinci oldum. Dolayısıyla, o “Atlar ve martılar” fotoğrafı, benim için çok değerli ve unutulmaz bir fotoğraf haline geldi.

Röportajın tamamını TJK'nın Sesi Dergisi Eylül Sayısında okuyabilirsiniz.

Pin It